Anasayfa

28 Şubat 2013 Perşembe

Bütün Komşularıyla Küs Ülke: "Sırbistan"



Sırplar Komşularıyla Küs Olmaktan Hoşlanmıyor...

24-26 Şubat 2013 tarihlerinde HTC firmasının yeni ürünü HTC ONE modelinin Lansmanı dolayısıyla Belgrat’a gittik. Sırp asıllı Türkçe bilen rehberler, ülkelerini ve  Belgrad’ı anlatıyorlar.

Tuna dan
Şehrin en önemli özelliği Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği noktaya kurulmuş olması. Osmanlıların izleri hala fazlaca görünüyor. Kalemegdan dedikleri tarihi surların adını Osmanlı koymuş. Kale Meydanı anlamını taşıyor. Belgrat’ın en önemli tarihi yeri burası. Büyük savaş adası denilen alanda MÖ 3. Yüzyılda kurulmuş.

Tarihleri boyunca çok savaşçı bir ülke, Stratejik konumu nedeniyle şehir antik çağda sayısız doğu ve batı ordusunun 115 savaşına sahne olmuş ve ve 44 kez yerle bir edilmiş. 1521 de Osmanlılar ele geçirmiş ve Osmanlı Sancağı olmuş.

Tabii yakın tarihi hatırlarsak daha 90’lı yıllarda da Yugoslavya’ın dağılmasıyla yine etrafında ki herkesle savaştılar. Bütün komşularıyla aralarının kötü olmasına halk üzülüyor. Ama bir taraftan da Kosova’yı Türkler ülke olarak tanıdı ama orası bizim demeye devam ediyorlar. Aslına bakarsanız ruhlarında hala ıskçı ve savaşçı ruhu hissettiriyorlar.

Neredeyse gösterdikleri her önemli bina bombalanmış. Bir çoğu tekrar yapılmış. Ama birkaçtanesiniheykel misali, gelecek nesillere ibret olsun diye yıkık halde koruma altına alıp tadilat yapmamışlar. Aslında bu iyiye işaret.

Nedense Türkleri seviyorlar. Yaklaşık  Osmanlı etkisiyle 5000 Türkçe kelime var dillerinde… Bunun 2500 kadarını kullanıyorlar. Son yıllarda ki Türk sempatisinin en önemli sebeplerinden biri de Türk dizilerinin bir çok kanalda oynuyor olması. Şu an EZEL, MUHTEŞEM YÜZYIL gibi birçok dizi gösterimdeymiş. Türkiye Başkonsolosluğu da şehrin en güzel yerinde

Fizik olarak kadın erkek hepsi güzel ve yakışıklı insanlar, boy ortalamalrı 1.80 -2.00 m civarı. Kısa insan yok…  Temennim  bu güzellikler ruhlarına da işlesin bundan sonraki dönemlerde ırkçı ve savaşçı tutumlarından vazgeçsinler.

Bir kere, 2 günlüğüne gidilebilecek bir şehir. Ama daha fazlası sıkar.

Kalemegdan
Kızılyıldız'ın stadı




14 Şubat 2013 Perşembe

Merhamet Dizisi Tutar mı? Bence Tutar


Hangi Türler Beğeniliyor?


Son zamanlarda iyi iş yapan dizilerin ortak özellikleri ne diye sorarsanız cevabı belli. Ya bir dönemi anlatan diziler, ya da dizinin içinde kahramanların hem geçmişini hem de bugününü anlatan diziler.

Bir dönemi anlatan ve uzun süre en çok izlenen dizilere örnek vermek gerekirse “Hatırla Sevgili”, “Çemberimde Gül Oya”, “Öyle Bir Geçer Zamanki”, “Seksenler” Bu dizilerin neden tuttuğunu düşünürsek, her evde o dönemleri yaşamış birileri olduğunu ve bu dizide o günleri gördüğünü, dolayısıyla hemen ısındığını düşünüyorum. Doğal olarak bu dizilerin müzikleri de o günleri hatırlattığı için o şarkılarda bir an da top yapıyor. Issız adam adlı sinema filminden sonra Ayla Algan’ın şarkıları da bu sebeple sağlığında olmadığı kadar dinlenmişti.

Bir diğer konu da, dizi kahramanlarının, geçmişiyle bugünü arasında kurulan bağlantılar ilgi çekiyor. Konuyu derinleştiriyor. Farklı zamanlarda ki halleri veya olayları ilginçleştiriyor. Ezel’de bu çok kullanıldı. Bu bünlerde “İntikam” ve “20 Dakika” da çok kullanılıyor.

“Merhamet” dizisinin ilk bölümüne bakarsak tamamen böyle bir kurgu… Konular da ilgi çekici… Hele birde "İki Keklik Bir Kayada Ötüyor" türküsü... Öyleyse büyük ihtimalle tutacaktır.

Bu dizilerin bir ortak özelliği de büyük çoğunluğu Kanal D’de oluşu. İyi çözmüş toplumumuzu, hangi tür dizilerin iyi izleneceği konusunda isabet oranı çok yüksek. Tebrikler. 


8 Şubat 2013 Cuma

Yeşillikler Arasında Savaş Kokan Ülke: Kosova


Prizren'in Barış Gücü Askerli Manzarası


Savaş Kokulu, Duygu Yüklü Kosova ve Prizren
Gezi notlarım

21 Mayıs 2012 – Babam 1910 Prizren doğumlu ve 92 yaşında vefat etti... ama ancak 46 yaşımda Prizren'e gidebildim... Dünyanın birçok ülkesine gitme fırsatım oldu. Çok şaşkınlıkla gördüğüm yapılar, tarihi yerler, değişik coğrafyalar, iklimler, insanlar, yaşam şekilleri. Ama Prizren’e gittiğimde işin içine duygular da girince, sanki bütün gördüğüm yerlerden daha güzel, daha farklı, daha sıcaktı… Çünkü bu topraklar, benim ve ağabeylerimin varolma sebebi olan babamı yaratmıştı… 17-19 Mayıs tarihlerinde eşim ile birlikte nihayet babamın doğduğu ve hayatının ilk 27 yılını geçirdiği ülke olan Kosova'nın, Priştine, İpek, Jakova ve doğduğu şehir Prizren'deydim.

Bistriça Deresi (Akdere)
Sanki karış karış biliyor gibiydim Prizren’i… Babamın evlerine çok yakın bir yerden geçen ve Prizren’i ikiye bölen Bistriça deresinden (Akdere) zaman zaman azgın suların aktığını, bu derenin toprakları ne kadar verimli yaptığını, yemyeşil dağlarını, derenin yanındaki Maraş’da ki 300 yıllık çınar ağacını ancak 4 kişi ellerini birleştirerek kaplayacak kalınlıkta gövdesinin olduğunu, Prizren kalesini, Mimar Sinan’ın yaptığı Sinan Paşa Camisi’ni ve bu caminin taşlarıyla yapılan Taş Köprü’yü, Taş Köprü’nün  karşısında 4 bir tarafından 4 mevsim akan Şadırvan Çeşmesi’ni… hepsini biliyordum. Kısaca kafamda’ki fotoğrafları yerlerine oturttum. Ayrıca fotoğraflarını da çektim.

Prizren Taş Köprü
Belki köklerimizin filizlendiği yerler olmasından, belki de her yerine bu duygularla bakıyor olmamızdan, inanılmaz sıcak geldi her şey… Hele, babamın amcalarının çocukları, torunları, bizim amcalarımızın, halalarımızın torunları, gösterdiği ilgi, alaka, misafirperverlik bu duyguları on kat artırdı. Unutulmayacak iki gece, üç gün yaşadık.

17 Mayıs sabah 5:00 İzmir-İstanbul, oradanda 7:45’de Pristine’ye uçtuk. 1 saat 20 dakikalık bir yolculuktan sonra Adem Jashari havaalanına ulaştık. (Adem Jashari son savaşta 1998-1999 yılında Sırplarla yapılan bağımsızlık savaşı mücadelesinde önemli rol oynamış. Kosovalıların Che Guvera'sı) Sağnak yağışlı ve 13 derece sıcaklık da amca torunları karşıladı bizi. Arabasıyla 20 dakikalık bir yolculuktan sonra 1 oda 1 salonluk küçük şirin evlerine geldik.

İpek, Kosova
Kahvaltı ve biraz dinlenmeden sonra kuzenlerle Kosova'nın nüfus açısından 4. büyük şehri İpek'e gittik. Priştine'ye 70-80 km uzaklıktaki İpek ülkenin kuzeybatısında ve Sırbistan'a komşu şirin bir şehir. Dere kenarındaki Dukagjını Otellin bahçesinde biraz dinlenip şehir turu yaptık. Daha sonra yaklaşık 20 km lik bir yolculuktan sonra Ak Drin nehrinde ki 25 metre yükseklikten akan Radovic Şelalesine ulaştık. Cennetten bir köşe gibi olan Şelale çevresi çok yeşil bir alana sahip. tabii dağın yamacında olduğu için 4 mevsim serin bir yer.

Qarshıa e Jupave Rest - Atatürk Parkı
Birinci günün sonları yaklaşırken akşam Qarshıa e Jupave Rest' de ki Atatürk Parkına uğrayarak 5. büyük şehir olan Jakova'ya ulaştık. Çok güzel bir İtalyan Restorantda karnımızı doyurduk. Jakova'da el sanatlarının gelişmiş olduğunu ve birçok mağazanın köy usulü dizildiği çarşısını gezdik. Bu arada hem yollarda hem şehirlerin bazı kesimlerinde savaşta bombalanmış ya da kurşun yağmuruna tutulup delik deşik olmuş ve o şekilde kalmış birçok binaya rastladık. Akşam tekrar Priştine'de konaklamak için eve döndük. Sabahın 3:00'ünde İzmir'de başlayan yorucu ve uzun gün, temiz havanın ve gördüğümüz güzel manzaraların etkisiyle 23:00 suları mutlu ve huzurlu bir uykuyla sona erdi.

Kosova
İkinci gün kahvaltı sonrası yaklaşık 120 km mesafedeki Kosova'nın güneyinde bulunan babamın memleketi Prizren'e gitmek için yola çıktık. Aslında 80 km civarı ama kuzenlerim Kosova'nın güzelliklerini gösterme amacıyla uzun ve dağ yollardan gitmeyi uygun gördü. Nitekim bir günde 4 mevsimi yaşadığımız yerlerden geçtik. An geldi karlı dağlarda fotoğraflar çektik ve montlarla üşüdük, an geldi Prizren'e inince kısa kollu tişörtlerle terledik. Kahve molasını Hotel Sharri'nin (Bu otel mevcut başbakana aitmiş) dağ ve köy manzaralı terasında verdik. Yollarda gördüğümüz eşsiz manzaralar hafızamızdan hiç silinmeyecek.
Radovic

İkinci gün akşamı Prizren'de bir başka kuzenlere geçtik. Onlarda bize adeta diğerleriyle yarışırcasına muhteşem bi ilgi ve alaka ile misafir ettiler. Küçük bir şehir gezisinin ardından evlerinde hazırladıkları et ziyafeti ile başladı misafirliğimiz. Evlerinde ki televizyonlarında bütün Türkiye'de ki kanalların bulunduğu televizyonlardan Türkiye ile ilgili haberleri izledik.

Üçüncü günün sabahında ağabeyi diğer kuzenlerde muhteşem bir kahvaltı sonrası Prizren turuna çıktık. Dağa tırmandık ve kan ter içinde Prizren kalesine çıktık. Orada ki olağanüstü şehir manzarasında 100 kareden fazla fotoğraf çektik. Yorucu bir günün öğle sonrası Şadırvan'ın yanında ki Besimi Beska et Restorantta yemeğimizi yedik.

Dönüş yolculuğu yaklaştı... Evden eşyalarımızı alıp 20:45 uçağı için Priştine yollarına düşme vakti gelmişti. Türk  firması Enka'nın yaptığı ve henüz yarısını bitirdiği otobanla başlayan yol bittikten sonra eski yola indik. Gelirken olduğu gibi dönüş yolu da, yemyeşil manzaralar, şirin yerleşim alanları ile harika görüntüler içeriyordu. Ve havaalanına ulaştık. Unutamayacağımız hatıralarla dolu bir gezimiz daha sona erdi. 

Kosova 11.000 km2 lik toprakları 2.000.000'nun biraz üzerinde olan nüfusu, kişi başına 3.000 USD milli geliri olan küçük, şirin, yeşil bir ülke... İzmir'in 12.000 km2 ve nüfusunun 4.000.000 olduğunu düşünürsek bayağı küçük bir ülke olduğunu tahmin edersiniz. 2008 yılı başında bağımsızlığını ilan etmiş, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Sırbistan ve Rusya dışında hemen tüm dünya ülkeleri bağımsızlığını tanımış... Halkın %90'nı Arnavut, % 10'nu Türk, Boşnak, Sırp vs. Kendi paraları yok, Euro kullanıyorlar.

En çok dikkat çeken konulardan biri, halkın büyük çoğunluğu Türkçe biliyor, hatta Türkçe konuşuyorlar. Avrupanın 50. ülkesi olarak görülüyor. Bağımsızlığını ilan ettikten sonra denetim, Birleşmiş Milletlerden, Avrupa Birliğine geçmiş. Büyük bir bölümü dağlık alanlarla kaplı.

Makedonya ile Kosova'yı Şar dağları ayırıyor. Etrafında Makedonya dışında Karadağ, Sırbistan ve Arnavutluk bulunuyor. Arnavutlukla zaman içinde birleşecekmiş gibi bir his oluştu bende. Arnavutların çoğu Müslüman ve özellikle Prizren'de 20'nin üzerinde cami bulunmaktadır.

Hükümetlerimiz arasında ilişkiler çok iyi görünüyor, birçok Türk mütaahit ve işadamı Kosovada inşaatlar ve yollar yapmaktadır. Bir çok evde TV'lerde Türk kanalları ve dizileri izlemekteler. 

En büyük şehri başkent Priştine yaklaşık 200.000 nüfuslu, 2. büyük şehri Prizren 180.000, daha sonra Ferizoviç, İpek, Jakova, Gilan, Paduyeva 100.000 civarı ve Mitroviça ile Vıçıtırın 70.000'lerde... Araba plakaları 01'den başlıyor, 06'da bitiyor. 01 Priştine, 04 Prizren.... Kosova da toplam irili ufaklı yaklaşık 37 belediye mevcut.

Kosova'da gezerken kendinizi hiç yabancı hissetmiyorsunuz. Tercümana da ihtiyacınız yok. Hiç bir dil bilmeseniz dahi hemen herkes Türkçe biliyor. Hele köklerinizde oradan geliyorsa gezmek çok daha kolay. Osmanlının uzun yıllar hakim olduğu bu bölgede Türklerin etkinliği hala sürmekte... Hatta iki Türk Partisi bulunmaktadır.

Yurt dışına gitmek isteyenlerin sadece pasaport ve 15 TL'lik bir yurtdışı çıkış harcı ile çıkması gibi bir rahatlığı da var. Avrupa kokusu, barut kokusu, cennet kokusu hepsi mevcut.

Prizren Kalesi



Wikipedia dan:

Adem Jashari (1955-1998)
Kosova Kurtuluş Ordusu ([1]: Ushtra Çlirimtare é Kosoves, Cumhuriyet ilanından sonra kurulan Kosovo Security force'nin temelini oluşturur ) kurucularındandır.
Yaşamı

1955 Yılında Drenica bölgesinin Prekaz köyünde (28/11/1955) doğmuştur. Bölge daha önce de Arnavut Milli Hareketi Tarihi'nde önemli şahsiyetler sayılan Shota - Azem Galica kardeşleri ve Ahmet Delica gibi isimleri çıkartan, milliyetçi fikirlerin ve isyan kültürünün oldukça geniş kabul gördüğü bir bölge olmakla, kendisinin de bu duygularla yetiştiği söylenebilir.

1981 yılından itibaren organize halk hareketlerinde ön saflarda yer almaya başladı. Emin Latit ve Tahir Meta o dönemdeki yoldaşlarıydı. Kardeşi Hamez Jashari'de ölene kadar hiç ayrılmadığı silah arkadaşıydı.

İlk silahlı eylemlerinde yeterli başarı gelmeyice 1991 yılında Arnavutluk'a geçerek, gönüllüleri eğitmeye başlamış; kurucusu da olduğu UÇK faaliyetleri başladıktan sonra da ordunun Drenica Bölge Komutanlığı görevini almıştır.

Adem Jashari'nin yaşamında, özellikle 1981 - 1998 arasındaki faaliyeteri -ki çoğu UÇK kapsamındadır- arnavut milli hareketinde ödenmli yer tutsa da; esasen ölümüyle, daha doğrusu ölüm şekli ile UÇK hareketinin hızlanmasını, devamında da bağımsızlığa kadar giden olayların yolunun açılmasını sağlamıştır.

Ölümü

1998 Yılı Ocak ayında komutan Adem Jashari ve birliği bir polis merkezine saldırmış; 6 sırp polisi öldürmüş ancak 16 şehit vermiştir. Bu olaydan sonra kendilerini kuşatan sırp güvenlik güçlerinin kuşatmasını yararak kaçmayı başarmışlar, iki ay boyunca saldırılarını sıklaştırmışlardır. Mart ayı başında aynı polis merkezine tekrar saldırdıklarında ise çok ciddi hazırlanmış bir karşı saldırıyla yüzyüze gelmişlerdir ve Prekaz'daki evine kadar birliği ile birlikte çekilmek zorunda kalmıştır.

05/03/1998 günü, Prekaz'da geniş ailesi ile birlikte yaşadıkları evde, son derece ağır silahlarla donanmış sırp ordu-polis ve milis güçleri tarafından kuşatılmışlardır. Adem Jashari, teslim olmalarını isteyen sırp güçlere olumsuz yanıt verdiği gibi; telsizle yardıma gelmeyi teklif eden çevrede bulunan UÇK güçlerini de, sırpların ağır silahları karşısında yardım etmeye çalışmalarının onlar için de mutlak bir yenilgi olacağı gerekçesiyle reddetmiş; çatışma bölgesinden uzak durmalarını emretmiştir. Bugün İstanbul Bayrampaşa İlçesi'nde adının verildiği parktaki kaidede yazılı unutulmaz son sözlerini söylediği telsiz konuşması da o zaman geçmiştir: [2]:

UÇK askerleri - ”Komutanımız! Dinliyor musunuz?” Adem Jashari - “Evet, sizi dinliyorum.” UÇK askerleri - “Direnin Komutan, direnin! Yardıma gelmeye hazırız. Bekleyin Komutan!” Adem Jashari - “Hayır. Kesinlikle olmaz. Sayıları çok, her türlü ağır silahları var. Ben son mermime kadar savaşacağım. Siz olduğunuz yerde durun!” UÇK askerleri - “Ama…, Komutan…!” Adem Jashari - “Olmaz dedim size. Oldugunuz yerde durun! Çoğalın! Savaşın! Şimdi buraya gelirseniz hepiniz Öleceksiniz. Bunun anlamı yok. Böyle olursa savaşımızı kim sürdürecek?! ” UÇK askerleri - “Ama…,Komutan …,siz…! Adem Jashari - “Korkmayın! Bugün Adem'in öleceği gün değildir, ölüm anlıktır; bugün Adem'in doğacağı gündür!"

05/03/1998 günü öğlen başlayan çatışma 3 gün boyunca sürmüş, ağır makineliler ve havan toplarından zehirli gaz bombalarına kadar her tür silahla donanmış sırp güçleri, ağır kayıplar da vererek ve ancak 70 saatlik bir direnişten sonra Jashari'nin evine girebilmişlerdir. Kendisi ve kardeşi Hamez Jashari ile birlikte ailesinden kadın ve çocukların da bulunduğu 58 kişi şehit edilmiştir "The Kosovo conflict and international law: an analytical documentation 1974-1999 Yazar: Heike Krieger"

Ölümünden Sonrası

Jashari, ölümünden sonra bütün ulusça tanınan, bağımsızlık sembolü bir figür haline geldi. Bağımsızlık İlanını takip eden günlerde evi, çatışmadan sonraki haline hiç dokunulmadan korunarak müze haline getirildi http://kosovo.garthhaley.com/kla. Az sayıdaki fotoğraflarından birinin baskısıyla yapılmış olan Bac, U kry! (Amca, başardık!) t-shirtleri, tüm dünya Arnavutları için tıpkı che guevara baskılı t-shirtleri gibi kült oldu. Kendisine, 2008 yılında bir zamanlar silah arkadaşı oldukları Kosova Başbakanı Hashim Thaçi tarafından "Kosova'nın Kahramanı" ödülü ve unvanı verildi.


6 Şubat 2013 Çarşamba

Vietnam’ı Nasıl Bilirdiniz?


Vietnam


Vietnam Gezmeye Değer Güzelliklere Sahip
Gezi notlarım

Benim ilk aklıma gelen savaş…. 15 - 22 Şubat 2012 tarihlerinde Vietnam da idim. Sizlere Vietnam hakkında kısa bir bilgi vermek istedim. Devamında da fotoğraflarım, sizlere umarım daha detaylı fikir verir.

Ansiklopedik bilgi dışında ilgimi çeken birkaç notu şöyle özetleyebilirim.
Eskiden Kuzey ve Güney Vietnam diye ikiye ayrılmışlar. Kuzey Vietnam'ın başkenti Hanoi, Güney Vietnam'ın Saygon... Fakat Amerikalılarla yapılan ve yaklaşık 20 yıl süren savaşlar boyunca hem bu savaşı, hem de bağımsızlık savaşını sürdüren aynı zamanda da iki Vietnam'ı birleştirmek için büyük çaba harcayan Ho Chi Minh Vietnamlıların büyük Atası olmuş. Ama 1969 yılında ölmüş iki Vietnam'ın birleşmesini görememiş. Bu yüzden Vietnamlılar Saygon şehrine Ho Chi Minh City adını vermişler. Bugün Ho Chi Minh'in mezarı (mumyalanmış şekliyle) başkent Hanoi'de... Daha kolay anlaşılabilmesi için İstanbul ve Ankara gibi... Ticaretin merkezi Ho Chi Minh City, başkent Hanoi.

Eminim ki sizlerin de aklına Vietnam deyince savaş geliyordur. Evet gerçekten aralıksız 20 yıl savaşmışlar. 1956 dan 1975 yılına kadar süren savaşlarda yaklaşık 5.000.000 Vietnamlı ölmüş, Bunun yanında 48.000 de Amerikan askeri... Yani 100 Vietnamlı'ya 1 Amerikalı... Gerçekten savaşın izlerini her an görebileceğiniz yerler ve kişiler çok. Kullanılan kimyasal silahların sakat bıraktığı insanlar, savaş sırasında sakat kalan yaşlılar ile bolca karşılaşacaksınız.

Savaş alanlarını şu an da turistlerin en çok ziyaret ettiği açıkhava müzesi olarak değerlendiriyorlar. Ayrıca Saygon'da ki Savaş Müzesini gezerken savaş da kullanılan silahları, kıyafetleri, kurşun yemiş kaskları ve savaşta çekilen vurulmuş asker, çocuk ölülerinin fotoğraflarını gördüğünüzde boğazınız düğümleniyor. 

Bu savaşı farklı bir açıdan görmek isterseniz, "Günaydın Vietnam" filmini izlemenizi tavsiye ederim. 1987 yapımı Amerikan yapımı, Kara mizah türünün güzel bir örneği olan filmin yönetmenliğini Barry Levinson yapmış. Başrollerinde Robin Williams ve Forest Whitaker oynamış.

Vietnam'ın yüzölçümü Türkiye'nin yarısı civarında olmasına rağmen nüfusu 90 milyon... Yani topraklarının büyük bir bölümü yerleşim alanı. Kalan kısmı da pirinç tarlaları. Dünyanın en büyük pirinç üreticilerinden. Tabii nüfusun bu kadar fazla oluşu, ulaşıma da doğal ve farklı  çözümler getirmiş. Neredeyse her 2 kişiden birinde motosiklet veya bisiklet var. Araç trafiği bu sebeple nispeten rahat... Özellikle kırmızı ışık yeşile döndüğünde arı kovanından çıkan arılar gibi bir görüntü oluyor.

Mekong Nehri Kollarından
Mekong Nehri, Vietnamın bir çok alanına bereket getiriyor Başkent Ho Chi Minh City (Saygon) ortasından geçerek Güney Çin Denizine dökülüyor ve 10-15 metreyi aşan derinliğiyle ve genişliğiyle çok büyük gemilerle yük taşımacığına katkıda bulunuyor. Gelir düzeyi düşük olsada büyük alışveriş merkezleri ve güzel binalarda bol miktarda bulunuyor.

Vietnam da aprtmanların da enteresan bir mimari yapısı var. Genellikle çok dar, arkaya doğru uzuyor.birçok apartmanın genişliği 2 metreye kadar düşüyor. Ayrıca genel bir kural var, ev ile işyerin birbirine çok yakın olacak. Bu sebeple birçok işyeri sahibi dükkanının üstünde oturuyor. Sanırım evlere de işyerinin içinden çıkılıyor.

Uzakdoğu yemekleri genellikle soya yağı kokusundan dolayı bizlere ağır geliyor. Ama Vietnam için aynı şeyi söyleyemeyiz. Son derece güzel yemekleri var. Balık çeşitleri ve pişiriliş şekli damağımıza uygun. Çünkü Fransızların uzun yıllar hakim olduğu bir bölge, bu yüzden Fransız mutfağını göreceksiniz. Ayrıca Tayland'da ki gibi sokaklarda yemek yapılmıyor. Yapılsa da çok az.

Fransız etkisi demişken, 19 yüzyılda Fransızsömürgeliği başlamış ta ki 1954 yılına kadar sürmüş. Dolayısıyla bir nevi halkın ikinci dili Fransızca. Bugün Fransızlara karşı sempatisi olan bir ülke izlenimi yarattı bende. Hatta, başkent Hanoi'de Paris'de ki Opera Binasının aynısını, Saygon'da Notre Dame Katedralinin kopyasını göreceksiniz. Eski binaları da gördüğünüzde Fransız mimarisinin nasıl korunduğu dikkatinizi çekecek. Uzakdoğu ülkelerinde araçların direksiyonu sağda iken, Vietnam da solda...

Özetle söylemek gerekirse umduğumdan çok daha güzel bir ülke... 22-35 C derece sıcaklık Türkiye'nin yazından daha az ama buradaki hava nemli olduğu için terletiyor. Fakat herkese Vietnam'ın tropikal yağmurların altında ıslanmasını tavsiye ederim. Kuzey Vietnama'da giderseniz aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz UNESCO'nun koruma altına aldığı Halong Koyu'nu görmeden gelmeyiniz.

Halong Koyu

Bangkok'da 10 İşyerinden Biri Masaj Salonu

Bangkok'da Ayak Masajı


Bangkok; Enteresan, Gizemli, ve Egzotik

Gezi notlarım

Eylül 2011 - Tayland'ın başkenti Bangkok'a kuyumculuk fuarı dolayısıyla gitme fırsatı buldum. Uzak Doğu denince akla ilk gelen yerlerden biri Bangkok... sokaklarda yapılan yemeklerden dolayı soya yağı kokusu, yine sokaklarda yapılan ayak masajları... sıcak ve nemli hava... Tabii İstanbul'dan 9 saat süren bir yolculuk... Royal Orchid Sheraton otelinde yolculuk bitiyor.

12-18 Eylül 2011 tarihlerinde yaptığımız bu seyahatte en çok aklımda kalanları soracak olursanız, öncelikle son derece ucuz ve uygun bir ülke... 1 USD= 30 Baht İzmir'den örnek vermek gerekirse, Karşıyaka'dan Adnan Menderes Havaalanına gidiyorsın 200 baht; yani 7 Dolar... Şehrin ortasından geçen Chao Phraya nehri, hem taşımacılık açısından çok verimli kullanılıyor, hem de turistlerin küçük ve uzun motorlu teknelerle gezdirilmesinde... Ama bu nehir biz döndükden 20 gün sonra aşırı yağmurlarda taştı, bütün şehir sular altında kaldı.
Bangkok
Bangkok
Bangkok'un Tuk-Tuk'ları
Bangkok'da harika deniz ürünleri
Eve giderken 2 torba yemek satın alıp gidiyorlar


Krallıkla yönetilen bir ülke, Kral Bhumibol Adulyadej'i halk çok seviyor. Birçok iş yerinde fotoğrafı asılı... üstelik kimse zorla asmıyor. Kral 85 yaşında ve hasta olduğu söyleniyor. Herkes çok üzgün ve korku içinde. Çünkü kral ölürse, oğlu oturacak taht'a... oğlunun çok sert olduğu söyleniyor. Kral ve eşi son derece modern ve medeni bir insan.


Halkın%92'si Budist, %6'sı Müslüman ve kalanları da diğer dinlere mensup. Bu sebeple bolca tapınak var.

Fotoğrafta gördüğünüz Tuk-Tuk denilen taşıma aracı bir zamanlar Türkiye'de de kullanılan Moto-Guzzi'nin aynı... Tuk-Tuk'larla şehir turları 150-200 Baht civarı (pazarlığa bağlı). Hoş ve ilginç görünse de sanki kelle koltukta gidiyorsunuz. Tafik kurallarına çok uymuyorlar. Araçların direksiyonları sağda, trafik de soldan çalışıyor. Dolayısıyla İngilizlerin hakimiyeti olan bir ülke. Caddeler genellikle geniş bu caddelerde bir çok gökdelen olduğu gibi çok yakınında da gecekondu gibi binalara rastlamak mümkün. Metro çok modern, çok temiz ve en önemli ulaşım araçlarından biri...

Tay mutfağı öyle söylendiği gibi kötüde değil... bol baharatlı, acılı çorbalar ve yemekler, güzel ve temiz pişirilen yerlerde son derece lezzetli. Halkın büyük çoğunluğu evde yemek yapmıyor, sokakta pişirlen yemeklerden eve geçerken birkaç torba alıp yiyorlar. Bu sebeple sokaklarda kötü bir görüntü, ayrıca kokusu bizleri rahatsız edecek düzeyde oluyor.

Neredeyse her akşam aniden bir yağmur yağar, 10-15 dakika sürer ve biraz sonra baktığınızda ıslaklık olmasa hiç yağmamış gibi bir hava görürsünüz. Bu sebeple tropikal bölgelere mahsus sebze ve meyveler çok fazla bulunmaktadır. Tropik meyvelerin, sokaklarda satıldığı tezgahlar ve arabalar renk cümbüşü gibi. İnanılmaz güzel ve lezzetli meyveleri satanlar meyveyi istendiğinde kesip dilimleterek alıp yiyebiliyorsunuz.

Çok sıcak ve nemli bir hava var. Bizler terden sırılsıklam olmamıza rağmen, Tayland halkı terlemiyor. Sanırım ırkları o sıcağa uygun, belki de yediklerinden içtiklerinden olabilir; bilemiyorum.

Her 10 işyerinden biri masaj salonu... özellikle sokaklarda yapılan ayak masajı, Tay masajı, ve havuzlarda balıkların ayaklarınıza dokunarak yaptığı masajlar çok gelişmiş bir pazar.

Dünyaca ünlü Patpong bölgesine gittiğinizde de erotik şovların yapıldığı Striptiz barlar, sıra sıra sıralanmış. Birçoğu kadınların stiptiz yaptıkları barlar olmasına karşın farklı bir sokakta da erkeklerin striptiz yaptığı barlar mevcut. Barların önlerinden geçerken sizi içeri almak için adeta insana yapışıyorlar. Yine bu sokaklarda GoGo barlar ve Büyük kabere şovların yapıldığı yerlerde var... Bu barların bulunduğu sokakların ortasında, taklit malların satıldığı seyyar satıcıların üstü branda ve naylonlarla kapalı tezgahlarıyla dolu. Bu satıcılarda da bir ürünü sorduğunuz anda satıcı peşinizden ayrılmıyor.

Enteresan, gizemli, egzotik bir şehir Bangkok... Eğer bir gün durağınız uzakdoğu olacaksa, bence uzakdoğunun birçok özeliklerini aynı şehirde göreceğiniz yer burası. Özellikle Fotoğraf çekmeyi seviyorsanız inanılmaz kareler yakalarsınız.

Cengiz Ülkü

Bangkok'da Temizlenmiş Balıklar

Bangkok'da Tapınak

Bangkok'dan Manzara

Bangkok'da Chao Phraya nehrinde gezi tekneleri